Dünya dertlerine öyle dalmışız ki, mavi gözlerini bu zalim dünyaya yumduğu anda yanında olamadık.. Konduramadık.. Bayıldığını ya da şok geçirdiğini düşündüm. Daha aynı gün arkadaşımla konuşmuştum, çok hastalık çekti, ben olsam dayanamazdım dedim.. Hiç cenaze ortamında bulunmadım, dayanamam, ne yapılacağını bilemem dedim.. Daha o gün, senelerdir sahip olduğumuz ama duvarları yeni yapılan mezar yerine, limon selviler ekmeyi düşündüm.. Cep telefonumda doğum günü pastasının fotoğrafını gördüm, bu ne alaka burada duruyor dedim..
Onun küçük dünyasında her şey o kadar normaldi ki gözetim altında tutmamız gerektiğini bilmiyordum. Bilsem de yapacak bir şey yokmuş... Hepimizin ilkyardım bilgisi olmasına rağmen, hiçbir şey yapamadık.. Benim müdahaleme tepki vermedi.. Ambulansla yolda buluştuğumuzda, en çok yirmi yaşındaki bir kızın şaşkın bakışlarına teslimdi ablam! Yolun yarısında başka bir ambulans, içinde "doktor" olan yeni bir ekip getirdi. Geri döndürme çabası hastanede 50 dakika daha devam etti. Ambulansta soluk yolu açıldığı için, gereken şeyler yapılıp odaya alınmasını bekliyordum. Bir saat boyunca kimse bilgi vermedi.. Annem, kalbini çalıştırmaya uğraştıklarını söylediğinde, boşuna beklediğimi anlamıştım.. Daha önceki hastalıkları gibi bir şey değildi, şok ya da baygınlık hiç değildi.. Kollarımın arasındayken, hiçbir tepkisi yoktu, dilini hep kontrol ettim, şok değildi..
Mersin Üniversitesi acilindeki uzun bekleyişten sonra, ruhsuz "prosedürmatik" bir görevli çıkıp, ablamın ismini söyledi. Eşyalarını teslim edicez, kimlik fotokopisi getirin dedi!! Tüm aile yıkıldı... Sonra da gevşek gevşek "bir şey yok, eşyalarını vericez sadece" dedi. Muhtemelen bir şey vardı.. O anda, müdahaleyi bırakmışlardı.. Hayattaki en değerli varlığı, kuzenimin, ona her doğum gününde bir parçasını aldığı nazarlık kolye, küpe gibi takılarını getirip, annemin avuçlarına bıraktılar..
Üniversite sınavına girdiğim gün bile hastanedeydi ablam.. Beyin tutulumu geçiriyor, nedeni bulunamıyordu. Son iki yılda da kalp yetmezliği teşhisi kondu. Bu teşhisi koymak için de başına gelmeyen kalmadı.. Karnındaki ödemin nedenini bulamayıp endoskopi, gebelik testi her şey yaptılar.. Yoldan 5 kişiyi çevirsen 4 kişide olacak helicobacter pylori, mide mikrobu için bir gramlık hayvan kadar ilaçları içmesini istediler.. Oysa çorba bile içmeye mecali yoktu. Benden korktuğu için, ben yemek yedirmeye çalışıyordum. Bir gün "yemezsen, ilaç içemezsin, ölürsün" dedim, "öleyim.." dedi.. İç dünyasını hiç bilemedik, ne kadar acı çekiyordu bilemedik... Zihinsel ve fiziksel engelli dediler, kalp hastalığı doğuştan dediler, gelişme geriliği dediler, hiçbir hastalığının sebebi bulunamadı. Böyle bir ülkede, acilin kapısına bile çıkmaya korkan doktorların elinde can verdi ablam.. 4 güvenlikçinin beklediği acilden içeri, sadece annesi gelsin diye çağırılarak, "başınız sağolsun" dendi, annem geri çıktı ve acilin kapısında yığıldı..
Biliyordum, hissediyordum.. Bir gün, artık dayanamayacağını biliyordum. Çok ağladım ama acıları dindiği için mutluydum, hiçbir zevk almadığı hayattan ayrıldığı için, onun adına huzurluydum..
Ama ailenin geri kalanı dağıldı, yıkıldı.. Yapılması gerekenleri biliyor ama yapamıyordum.. Amcalarımı aradım, konuşamadım "hastanedeyiz, buraya gelin" diyebilmişim..
Hastaneye her gelen, "doğruyu söyle, bir şey olmadı di mi?" diye yalvarıyordu.. Birileri önümü kesip, "neyindi? ağla, ağlama, sakinleştirici alma" falan diye akıllar veriyordu :s 30 yaşında bizi bırakmasına kimse inanamadı.. Varlığından haberi olmayan arkadaşlarım varmış, çok utandım.. Öz ablan mıydı diye soranlar oldu, o denli konduramadılar..
17 Temmuz gecesi, yıllarca aynı odada uyuyup, nefes alışını, yatağın içinde döndükçe çarşafta çıkan sesi dinlediğim canı, hastanede tek başına bırakıp eve döndüm.. İnsanı en çok bunlar acıtıyormuş.. O'nun artık olmaması...
Sabah erkenden onu almaya gittik. Saçma devlet prosedürleri bir kez daha karşımıza dikildi.. Hastanede vefat ediyorsunuz ama cenaze işlerine belediye bakıyor! Nakil aracı için saatlerce bekledikten sonra, aracın gözlerimin önünden birkaç saniyelik geçişi daha uzun geldi.. Beynime kazındı.. Babamla birlikte, bizden ayrı, tek başına Mersin'den Adana'ya dönecekti.. 4-5 araçla arkasından yola çıktık. Hala olanları anlamaya çalışıyordum, bundan sonra ne yapılması gerekiyor diye düşünüyordum. Çünkü benden başka sağlıklı düşünebilen kimse kalmamıştı, 25 yaşında cenaze organizasyonunu öğrenmek zorunda kalmak en büyük sınavmış..
Yeni aldığımız eve ve yeni yaptırdığımız mezar yerine(!) bağlanan, otoban çıkışından çıktık. Niye oradan çıktığımızı bile algılayamıyordum ama o yöne döndükten sonra ve yol boyunca birkaç kere, olağanca güneşe rağmen aniden yağmurlar yağdı.. Sanki gökler bile ağlıyordu.. Her şey film gibiydi.. Sanki beni o karelere yerleştirmişler ve onun gidişini uzaktan izliyorum.. Mezarlıkta, soğuk odada bıraktık onu.. Evimize geldik. Çadır kurulmuş. Biz nakil aracı bulup 1 saatlik yolu gelemezken, gece tüm akrabalarımızın haberi olmuş Erzurum'dan, Antalya'dan, İstanbul'dan gelmişler bile.. Pek çoğu hasta ve yaşlıydı, ben dayanamıyorsam onlar nasıl dayanacak diye düşündüm.. Ama sanki, ablamın bir görevi vardı.. Yıllardır birbiriyle konuşmayan, birbirini görmeyen herkesi bir araya topladı.. Cenazeye yetişemeyeceğini bildiği halde, sonradan bin kilometrelerden gelenler oldu.. Evlensem kimse düğünüme gelmez diye dalga geçtiğim, tüm o topluluk, cenaze için buradaydı.. Evde bir arada yaşamanın zorluğundan dolayı beni biraz çıldırtsa da hiç kimseyi kırmamış, üzmemişti.. Olağanüstü bir insan ve hayvan sevgisi vardı... Sokakta gördüğü tanımadığı tüm bebekleri ve köpekleri sevip, oynardı.. Bahçeli evimize geçtiğimizde ona barınaktan bir yavru getirecektim.... Ama her şeyi yarıda bırakıp gitti..
Çok hayır duası aldı, onun sayesinde ben de.. Ama bana çok şey öğreterek gitti.. Kimlere güvenmem gerektiğini gösterdi.. Karagün dostlarını öğretti.. Ve hepimize, aldığımız nefese sahip çıkmayı öğretti.. Ailedeki herkes daha sık görüşmek üzere ayrıldı.. Birçok kişinin arasındaki problem çözüldü. Dilerim böyle sürer.. Kalp kırmaya değecek hayatlar yaşamıyoruz.. Geleceğe yatırım yapacak zamanımız da yok! Bu günü yaşayabiliyorsanız, yaşamış olmak için yaşamayın, zevk alın..
Bloga yazıp yazmamayı çok düşündüm.. Blog yazmaya devam edecek bir ruh halinde değilim ama yazmayı bırakacaksam da bu son yazı olsun, benim cenazeme gelip başsağlığı bile vermeyen, oğlunu ve karısını "bu da benim gelinim" diye tek tek herkesle tanıştıran ahlaksız insanları unutmayayım, unutturmayayım kendime..
Üzdüysem affedin ama çok yaralıyım..
Onun küçük dünyasında her şey o kadar normaldi ki gözetim altında tutmamız gerektiğini bilmiyordum. Bilsem de yapacak bir şey yokmuş... Hepimizin ilkyardım bilgisi olmasına rağmen, hiçbir şey yapamadık.. Benim müdahaleme tepki vermedi.. Ambulansla yolda buluştuğumuzda, en çok yirmi yaşındaki bir kızın şaşkın bakışlarına teslimdi ablam! Yolun yarısında başka bir ambulans, içinde "doktor" olan yeni bir ekip getirdi. Geri döndürme çabası hastanede 50 dakika daha devam etti. Ambulansta soluk yolu açıldığı için, gereken şeyler yapılıp odaya alınmasını bekliyordum. Bir saat boyunca kimse bilgi vermedi.. Annem, kalbini çalıştırmaya uğraştıklarını söylediğinde, boşuna beklediğimi anlamıştım.. Daha önceki hastalıkları gibi bir şey değildi, şok ya da baygınlık hiç değildi.. Kollarımın arasındayken, hiçbir tepkisi yoktu, dilini hep kontrol ettim, şok değildi..
Mersin Üniversitesi acilindeki uzun bekleyişten sonra, ruhsuz "prosedürmatik" bir görevli çıkıp, ablamın ismini söyledi. Eşyalarını teslim edicez, kimlik fotokopisi getirin dedi!! Tüm aile yıkıldı... Sonra da gevşek gevşek "bir şey yok, eşyalarını vericez sadece" dedi. Muhtemelen bir şey vardı.. O anda, müdahaleyi bırakmışlardı.. Hayattaki en değerli varlığı, kuzenimin, ona her doğum gününde bir parçasını aldığı nazarlık kolye, küpe gibi takılarını getirip, annemin avuçlarına bıraktılar..
Üniversite sınavına girdiğim gün bile hastanedeydi ablam.. Beyin tutulumu geçiriyor, nedeni bulunamıyordu. Son iki yılda da kalp yetmezliği teşhisi kondu. Bu teşhisi koymak için de başına gelmeyen kalmadı.. Karnındaki ödemin nedenini bulamayıp endoskopi, gebelik testi her şey yaptılar.. Yoldan 5 kişiyi çevirsen 4 kişide olacak helicobacter pylori, mide mikrobu için bir gramlık hayvan kadar ilaçları içmesini istediler.. Oysa çorba bile içmeye mecali yoktu. Benden korktuğu için, ben yemek yedirmeye çalışıyordum. Bir gün "yemezsen, ilaç içemezsin, ölürsün" dedim, "öleyim.." dedi.. İç dünyasını hiç bilemedik, ne kadar acı çekiyordu bilemedik... Zihinsel ve fiziksel engelli dediler, kalp hastalığı doğuştan dediler, gelişme geriliği dediler, hiçbir hastalığının sebebi bulunamadı. Böyle bir ülkede, acilin kapısına bile çıkmaya korkan doktorların elinde can verdi ablam.. 4 güvenlikçinin beklediği acilden içeri, sadece annesi gelsin diye çağırılarak, "başınız sağolsun" dendi, annem geri çıktı ve acilin kapısında yığıldı..
Biliyordum, hissediyordum.. Bir gün, artık dayanamayacağını biliyordum. Çok ağladım ama acıları dindiği için mutluydum, hiçbir zevk almadığı hayattan ayrıldığı için, onun adına huzurluydum..
Ama ailenin geri kalanı dağıldı, yıkıldı.. Yapılması gerekenleri biliyor ama yapamıyordum.. Amcalarımı aradım, konuşamadım "hastanedeyiz, buraya gelin" diyebilmişim..
Hastaneye her gelen, "doğruyu söyle, bir şey olmadı di mi?" diye yalvarıyordu.. Birileri önümü kesip, "neyindi? ağla, ağlama, sakinleştirici alma" falan diye akıllar veriyordu :s 30 yaşında bizi bırakmasına kimse inanamadı.. Varlığından haberi olmayan arkadaşlarım varmış, çok utandım.. Öz ablan mıydı diye soranlar oldu, o denli konduramadılar..
17 Temmuz gecesi, yıllarca aynı odada uyuyup, nefes alışını, yatağın içinde döndükçe çarşafta çıkan sesi dinlediğim canı, hastanede tek başına bırakıp eve döndüm.. İnsanı en çok bunlar acıtıyormuş.. O'nun artık olmaması...
Sabah erkenden onu almaya gittik. Saçma devlet prosedürleri bir kez daha karşımıza dikildi.. Hastanede vefat ediyorsunuz ama cenaze işlerine belediye bakıyor! Nakil aracı için saatlerce bekledikten sonra, aracın gözlerimin önünden birkaç saniyelik geçişi daha uzun geldi.. Beynime kazındı.. Babamla birlikte, bizden ayrı, tek başına Mersin'den Adana'ya dönecekti.. 4-5 araçla arkasından yola çıktık. Hala olanları anlamaya çalışıyordum, bundan sonra ne yapılması gerekiyor diye düşünüyordum. Çünkü benden başka sağlıklı düşünebilen kimse kalmamıştı, 25 yaşında cenaze organizasyonunu öğrenmek zorunda kalmak en büyük sınavmış..
Yeni aldığımız eve ve yeni yaptırdığımız mezar yerine(!) bağlanan, otoban çıkışından çıktık. Niye oradan çıktığımızı bile algılayamıyordum ama o yöne döndükten sonra ve yol boyunca birkaç kere, olağanca güneşe rağmen aniden yağmurlar yağdı.. Sanki gökler bile ağlıyordu.. Her şey film gibiydi.. Sanki beni o karelere yerleştirmişler ve onun gidişini uzaktan izliyorum.. Mezarlıkta, soğuk odada bıraktık onu.. Evimize geldik. Çadır kurulmuş. Biz nakil aracı bulup 1 saatlik yolu gelemezken, gece tüm akrabalarımızın haberi olmuş Erzurum'dan, Antalya'dan, İstanbul'dan gelmişler bile.. Pek çoğu hasta ve yaşlıydı, ben dayanamıyorsam onlar nasıl dayanacak diye düşündüm.. Ama sanki, ablamın bir görevi vardı.. Yıllardır birbiriyle konuşmayan, birbirini görmeyen herkesi bir araya topladı.. Cenazeye yetişemeyeceğini bildiği halde, sonradan bin kilometrelerden gelenler oldu.. Evlensem kimse düğünüme gelmez diye dalga geçtiğim, tüm o topluluk, cenaze için buradaydı.. Evde bir arada yaşamanın zorluğundan dolayı beni biraz çıldırtsa da hiç kimseyi kırmamış, üzmemişti.. Olağanüstü bir insan ve hayvan sevgisi vardı... Sokakta gördüğü tanımadığı tüm bebekleri ve köpekleri sevip, oynardı.. Bahçeli evimize geçtiğimizde ona barınaktan bir yavru getirecektim.... Ama her şeyi yarıda bırakıp gitti..
Çok hayır duası aldı, onun sayesinde ben de.. Ama bana çok şey öğreterek gitti.. Kimlere güvenmem gerektiğini gösterdi.. Karagün dostlarını öğretti.. Ve hepimize, aldığımız nefese sahip çıkmayı öğretti.. Ailedeki herkes daha sık görüşmek üzere ayrıldı.. Birçok kişinin arasındaki problem çözüldü. Dilerim böyle sürer.. Kalp kırmaya değecek hayatlar yaşamıyoruz.. Geleceğe yatırım yapacak zamanımız da yok! Bu günü yaşayabiliyorsanız, yaşamış olmak için yaşamayın, zevk alın..
Bloga yazıp yazmamayı çok düşündüm.. Blog yazmaya devam edecek bir ruh halinde değilim ama yazmayı bırakacaksam da bu son yazı olsun, benim cenazeme gelip başsağlığı bile vermeyen, oğlunu ve karısını "bu da benim gelinim" diye tek tek herkesle tanıştıran ahlaksız insanları unutmayayım, unutturmayayım kendime..
Üzdüysem affedin ama çok yaralıyım..